Temassız Dur Projesi: Tasarımın Felsefesi Vize Raporu
1. Proje Çerçevesi
2020 yılında geliştirilen “Temassız Dur” projesi, toplu taşıma araçlarında yolcuların fiziksel temas kurmadan “dur” komutu verebilmelerini sağlayan lazer-LDR tabanlı bir etkileşim modülüdür. Pandemi koşullarında hijyen kaygıları, temas yüzeylerinin bulaş riski ve yolcularda oluşan görünmez tehdit algısı, ürünün temel problem alanını tanımladı. Ürün, mevcut dur butonlarının yerine geçebilecek veya paralel çalışabilecek şekilde tüp direklere kelepçelenen enjeksiyon kalıpla üretilebilir bir gövde ile tasarlandı; lazer ışınının parmak ile kesilmesi foto dirençteki değer değişimini tetikleyerek araç kontrol sistemine “dur” sinyali iletiyor. Tasarımın başarısı, dokunsuz bir jesti ergonomik olarak yönlendiren form, görsel-işitsel geri bildirim ve elektronik güvenilirliği aynı anda dengelemesine bağlı.
Projeyi çerçeveleyen başlıca kısıtlar hijyen, kamusal dayanıklılık, montaj kolaylığı, maliyet ve kullanıcı alışkanlıkları oldu. Ulaşım altyapısına müdahale etmeyecek şekilde düşük profil bir form, enerji tüketimini minimumda tutan devre tasarımı ve farklı yaş gruplarının yükseklik/uzanma farklılıklarını karşılayan yerleşim kararları kritik parametrelerdi. Tercih edilen bakış açısı, insan-merkezli fakat acil durum gerçekliğiyle uyumlu pragmatik bir tavırdı; temassızlığın psikolojik rahatlama yaratacağı varsayıldı, fakat bu his, proje sürecinde sistematik olarak doğrulanmadı. Kullanılan yöntem seti; saha gözlemleri, senaryo çıkarımı, hızlı 3B baskı prototiplemesi, Arduino tabanlı elektronik testler, ergonomik maketler ve hedef kullanıcılarla yapılan sınırlı etkileşim simülasyonlarını içerdi. Proje, üç aylık döngüde, konseptten çalışır prototipe ilerledi; ancak kavramsal ve felsefi sorgulamalar, zaman baskısı nedeniyle ikincil planda tutuldu.
2. Felsefi Yeniden Okumalar
2.1 Ontolojik Konumlandırma ve Tanım Krizi (Bölüm 1)
Kitabın ilk bölümünde dile getirilen “tasarımın gerekli ve yeterli koşullarını belirleme” çabası, projelerin yalnızca teknik çözümler değil, belirli bir sosyal pratiğin parçası olduğuna vurgu yapıyor ([1]). O dönem bu çerçeveyi kaçırmam, “Temassız Dur”u hızlıca tanımlanmış bir ürün kategorisine yerleştirme refleksimden kaynaklanıyordu. Benim için tasarım, somut problemi gideren ve üretime hızla aktarılabilen bir sonuçtu; kavramı genişletecek, hatta tanımı riske atacak ontolojik tartışmalara enerjim kalmamıştı. “Neden bu açıdan bakmamıştım?” sorusunun cevabı burada gizli: tasarımın ne olduğu üzerine düşünmek yerine, tasarımın ne yaptığına kilitlenmiştim. Pandemi gerçekliği, kavramsal açılımları “lüks” kategoriye itti ve takımın da odaklandığı performans metrikleri bu tercihi pekiştirdi.
Oysa tasarımın tanımı üzerine düşünseydim, “Temassız Dur”u yalnızca bir ürün değil, kamusal etkileşim kültürünü yeniden şekillendiren bir arayüz olarak kurgulardım. İlk aşamada tasarımın toplumsal doğasını, kişinin jestinin araç sistemiyle ilişkisini ve görünmez temasın ontolojik statüsünü tartışmak; problem tanımını “butona basmadan durdurmak”tan “kamusal alanda var olma biçimini dönüştürmek”e taşıyacaktı. Çerçeve bu şekilde genişleseydi, proje brifingine “kamusal ritüellerin yeniden yazımı”, “görünmez jestlerin normatifleşmesi” gibi hipotezler eklenirdi. Süreçte ise, kullanıcı araştırmasını yalnızca işlevsel doğrulamaya değil, jestin anlamını test etmeye ayırmak gerekirdi; antropologlarla veya sosyologlarla ortak çalışmalar, ürünün hedeflediği davranış değişikliğini temellendirebilirdi. Sonuç aşamasında, temassız jestin “buton” kavramını dönüştürüp dönüştürmediğini tartışan bir rapor bölümü ekler; ürünün tasarım tarihi içindeki yerini gerekçelendirirdim. Böylelikle proje, üretilebilir bir cihaz olmanın ötesine geçer, tasarım kavramını sınayan bir araştırma ürününe dönüşürdü.
2.2 Tasarımcının Yükselişi ve Paydaş Ekosistemi (Bölüm 1)
Birinci bölümdeki “tasarımcının yükselişi” anlatısı, modern dönemde tasarımcı figürünün uzmanlıkla birlikte artan sorumluluğunu hatırlatıyor ([1]). Projede bu perspektifi göz ardı etmem, kriz anında karar alıcı rolünü dar bir mühendislik odağına indirgememden kaynaklandı. “Neden bu açıdan bakmamıştım?” sorusunu düşününce, kendimi o yıllarda daha çok “çözücü” olarak konumladığımı fark ediyorum; kamusal aktörlerle ilişki kurmak, karar alma gücünü paylaşmak veya yeni sorumluluk ağları örmek yerine, görev tanımımı ürünün bitirilmesiyle sınırlandırmıştım. Tasarımcının yükselişi fikriyle yüzleşseydim, proje liderliğinin tekil otoriteden ziyade moderatörlük ve etik ajans paylaşımı gerektirdiğini kabul edecektim.
Bu perspektifi projeye entegre etseydim, çerçeveye belediyeler, sürücüler, bakım ekipleri ve yolcuları kapsayan bir paydaş haritası eklerdim. Tasarım sürecinin erken safhasında, dokunmadan komut vermenin çalışma koşulları, bakım prosedürleri ve olası arıza senaryoları üzerine ortak protokoller geliştirirdim. Süreç, kapalı stüdyo iterasyonlarından çıkar, ortak atölyelere, servis senaryosu provalarına ve güvenlik uzmanlarıyla etik değerlendirme oturumlarına yayılırdı. Bu yaklaşım, sonuç ürününü de değiştirirdi: cihazın sadece jesti algılaması değil, kullanım dışı kalma durumlarında sürücüyü bilgilendirecek işaretler, bakım personeline yönlendirmeler, yolcular için erişilebilir anlatımlar eklenirdi. Tasarımcının yükselişi fikrini benimsemek, sorumluluğu paylaşan, şeffaf ve bakım odaklı bir sistem tasarımına kapı aralardı; ürün yalnız kalmaz, onu çevreleyen destek ekosistemiyle birlikte kurgulanırdı.
2.3 Güven Krizi ve Deneyime Dayalı Doğrulama (Bölüm 2)
İkinci bölümde vurgulanan “güven krizi”, tasarımın hem kullanıcı hem de kurum nezdinde inandırıcılık üretmek zorunda olduğunu hatırlatıyor ([1]). “Temassız Dur”u geliştirirken güveni teknik doğrulama ile eşitlediğim için, sezgisel deneyim boyutunu kaçırdım. Pandemi bağlamında, insanların kamusal sistemlere duyduğu güven zaten sarsılmıştı; yeni bir jest ve görünmez bir sensör teknolojisi, alışılmış düğmeye göre daha fazla belirsizlik üretiyordu. “Neden bu açıdan bakmamıştım?” sorusunun cevabı, o günlerde testi tamamlamak için koştuğumuz laboratuvar senaryolarında gizli: güveni ölçmek yerine, cihazın çalıştığını göstermekle yetindim. Doğrulama protokollerim, verinin tekrar üretilebilirliğine dayanıyordu; hissi ve psikolojik güvenceyi ölçen yöntemler geliştirmedim.
Oysa güven krizini erken kabullenseydim, çerçeveyi “dokunmadan durdurma”nın ötesine taşıyıp “dokunmadan da emin hissetme” hedefini koyardım. Süreci, yalnızca teknik testlerden değil, gerçek yolculuk senaryolarında etnografik gözlemlerden, algılanan güven ölçümlerinden ve kullanıcıların risk algısını belgeleyen nitel çalışmalardan oluşan bir hibrid doğrulama planına dönüştürürdüm. Lazer ışığının görünürlüğü, sesli geri bildirimin tonu veya sistemin cevap verme süresi, bu gözlemlerle rafine edilirdi. Sonuçta, ürüne güven inşa eden katmanlar eklenirdi: örneğin, her çalıştırmada kısa bir ışık animasyonu, yolculara eylemin gerçekleştiğini gösterir; sürücü panelinde “temassız komut alındı” geri bildirimi belki de sosyal medya duyuruları veya araç içi bilgilendirme materyalleriyle desteklenirdi. Güveni sadece mühendislik doğruluğuna değil, deneyimsel iknaya yaslamak, ürünün kabulünü hızlandırır ve kriz döneminde insanlar için sığınak hissi oluştururdu.
2.4 Modernist Miras ve Kamusal Dilin Yeniden Kurgulanması (Bölüm 3)
Üçüncü bölümdeki modernizm tartışması, tasarımın “form fonksiyonu takip eder” mottosunu yeniden düşünmeye davet ediyor ([1]). “Temassız Dur”u geliştirirken modernist sadeliği sezgisel olarak benimsedim; yalın bir form ve minimum renk kullanarak görünürlüğü düşürmeyi amaçladım. “Neden bu açıdan bakmamıştım?” sorusu burada şu anlama geliyor: modernizmin kamusal mekânı homojenleştiren dili, benim ürünümde varsayılan olarak kabul edilmişti. Farklı demografilerin, kültürel kodların veya toplu taşıma ritüellerinin form üzerindeki etkisini tartışmadım. Cihazın modernist estetiği, güven verdiğini düşünerek tercih edildi; ancak bu estetik, herkes için aynı anlamı taşımıyor olabilir.
Modernist mirası bilinçli biçimde sorgulasaydım, çerçeveyi “görsel uyum”dan “kamusal dil üretimi”ne genişletirdim. Süreçte, otobüs ve metro hatlarının görsel kültürünü analiz eder, temassız jestin yeni normalini anlatan grafik ve ışık senaryoları üretirdim. Modernizmin başarısız olduğu noktaları—insanı sistemin pasif parçası yapma riski—göz önünde bulundurarak, ürüne kişiselleştirilebilir veya yerel bağlamlara uyumlanabilir katmanlar eklemeyi denerdim. Sonuçta, form yalnızca fonksiyonu taşımaz; kullanıcıya toplu yaşamın ortak sorumluluğunu hatırlatan bir sembole dönüşürdü. Örneğin, lazer çizgisinin üzerine yerleştirilen, pandemi döneminde dayanışmayı simgeleyen grafikler veya farklı hatların renk kodlarına uyum sağlayan ışık tonları, cihazın şehirle kurduğu ilişkiyi güçlendirirdi. Böylece proje, modernist mirasın katılığını yumuşatan, katılımcı ve çoğulcu bir kamusal dil önerisine evrilirdi.
3. Sonuç ve Çıkarımlar
Tasarımın Felsefesi kitabının ilk üç bölümü, “Temassız Dur” projesinin teknik olarak tamamlanmış görünen çerçevesini yeniden açtı. Ontolojik tanım tartışması, projenin kamusal etkileşimdeki rolünü genişletmem gerektiğini gösterdi; tasarımcının yükselişi fikri, sorumluluğu paydaşlarla eşitleme ihtiyacını ortaya koydu; güven krizi kavramı, teknik doğrulamanın ötesinde deneyimsel ikna tasarlamayı zorunlu kıldı; modernist miras analizi ise kamusal dilin çoğullaştırılması gereğini hatırlattı. Böylece proje, hijyen odaklı bir acil çözümden, davranış, etik ve estetik boyutları devreye sokan uzun soluklu bir araştırma hattına dönüştü. Gelecekteki iterasyonlar için, bu refleksiyonları proje yönetim metodolojisine, test protokollerine ve biçimsel karar alma süreçlerine gömmeyi planlıyorum.